Dert Yağmuru Limanı

Soğuk. Yerdeki dert birikintilerinden sıçrayan birkaç damla çamur... Karşıdan eski bir okul arkadaşım yaklaşıyor. Paçaları ıslak. Bir süredir dışarıda olduğu, hatta yürüdüğü anlaşılıyor.Çok rahat bir çocuktu bu. Ne Dünya ne Ahret umrunda olmazdı. Ona bile dertler bulaşmış, biz ne yapalım?
Tam boğulacakken, etraftaki insanların üzerime dert sıcratmasıyla, yine onlar bana yüzmem gerektiğini hatırlatıyorlar. Genç bir kız geçti önümden, muhtemelen liseye gidiyor. Açık gri montunun çok yakıştığı canlı beyaz bir teni var. Dalgalı siyah saçları, omuzlarından dökülüyor. Kapşonun ardında, ıslanmamış deminki yağmurda. Omuz asmalı siyah çantasının ağzı tam kapanmamış. Yazık! Dertler sızmıştır şimdi o ufacık açıklıktan..
.
Her şeyi ardımda bırakıp; yeni dertlere basa basa ve inadına, inadına etrafa sıçratarak koşar adım ilerliyorum ıslak sokaklarda. Etrafta alacalı bir karanlık var. Gün yeni batıyor.İşte, dert yüküne dayanamayan bir bulut daha, sinirden çatladı uzakta. Dert yağdırıyorlardır simdi oradaki insanlara...
'Halkını çok düşünen' belediyemizin yaptırdığı banklara gidiyorken birden dönüp yolumu değiştiriyorum. Zira, ıslaktır şimdi orası. Tahammülüm kalmadı daha fazla derde...
Derken, yağmur başlıyor.Bir sokak ötede lise yıllarında arkadaşlarımla gittiğim nezih bir kahveci var.Kahveci dediysem, daha çok kafeye benzer bir mekan. Saatlerce oturur, muhabbet eder, kitap okurduk arkadaşlarla.
İçeri girdim. Mekan hala hatırşadığım gibi. Hem hava sıcak içerideki, hem ortam. Hemen girişte, ilk yazıma esin kaynağı olan örme kahve çuvalındaki çekirdeklerden bir avuç kadarını elime aldım. Avcumu açınca ise birer birer düştüler elimden, elimdeki tek şeritli otoyollardan kayarak...
İşte, Celal Abi orada. Görmeyeli daha da yaşlanmış. Yardımsever, güleryüzlü, babacan bir adamdır. Bu entellektüel tavırlarımı yadırgamayan pek az insandan biridir. Eh, birazcık tavrımız olacak tabii, katlanacaklar o kadar...
"- Celal Abi! Bir sade Türk kahvesi yapıver."
İlkin tanıyomadı beni. Gözlüğünü kaydırıp şöyle bir süzdü. Tanıyınca ise geniş alnına doğrudan etki eden bir tebessüm kapladı yüzünü. Neşeli bir ses tonuyla:
"- Ooo... Karahan'ım! Nice oldu uğramadığın, özlettin kendini.
"- Öyle oldu be abi. Zaman olmuyor ki..."
"- Hadi hadi, sen de! Zaman yok diyorsun ama, geçen Ferit söyledi, kitap çıkarmışsın. Ona zaman var da buna mı yok? Hadi geç otur şöyle..."
Ferit... Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. O zamanın deyişiyle 'kanka'lardık.Ne günlerdi... Gariptir, güneşli hatırlıyorum o günleri. Dert yok...
Ahşap sandalyede oturmuşum, sıcacık Türk kahvemi yudumlarken dışarıdaki dert yağmurunu unutmuşum, eski günlerin hülya limanlarına sığınıyorum.
Neler yapmazdık buralarda be! İlk tokadı da burada yedik "Siyaset senin ne haddine ulan, önce oku da adam ol!" diyen, daha doğrusu böyle yapmak için emir alan faşizm kurbanı polisten; ilk övgümüzü de burada aldık lisedeki edebiyat hocamızdan. "Mutlu ve umutlu günlerdi", Hilmi Yavuz'un deyişiyle...
İçeri dört delikanlı girdi. On beş-on altı yaşlarındalar. Yaşıtlarının aksine; gürültüsüz, patırtısız bir biçimde şakalaştılar. Geçtiler, arkamdaki masaya kuruldular. Tam manasıyla kuruldular. Defterler, kitaplar, kalemler... Hepsi düzen içinde. Karmaşa yahut düzensizlik hiç yok. Kat'i disiplin, ılık tavırlar...
Kahveleri geldi. Celal Abi yanıma sokulup;
"- Yeni nesilde de sizin gibiler var oğlum. Her Allah'ın günü gelirler buraya. Sizin eskiden yaptığınız gibi entel entel konuşup tartışırlar. Ne diyordunuz, heh, tülüat. Bir nevi fikir tülüatı yapıyorlar bunlar da..."
Kulak kabarttım konuşmalarına;
"-Zaten Kapitalizm ekonomi temelli bir akım değil midir?"
"-Yok canım, ne alakası var?"
Uzun boylu zayıfça olan söze girdi;
"Bence haklı. Kapitalizm'in büyük simalarına bakarsak dahi Marks olsun Weber olsun ekonomi ile yakın ilişkili adamlar."
Hoppala! Neden bu konu yahu? Sohbete atılıyorum. Tatlı bir tartışma ortamı... Beni bu ortamdan kurtaran günün ilk ışıkları oldu. Saat gündoğumuna gelmiş. İki delikanlı uyukluyor, biri kitabına dalmış gitmiş, uzun boylu olanla hararetli ancak tatlı bir muhabbetle tartışıyoruz. Bilirsiniz, konu konuyu açar... Celal Abi, yazık kasanın başında uyuyakalmış. Eski arkadaşlarla da yapardık biz bunu. Gençlerle helalleşip ayrılıyorum. Dertler dinmiş. Geçmişten kurtulmuşum; biraz da yaşayarak anılarımı, neşeli ve hüzünlü bir biçimde. "Hüzün ki en çok yakışandır bize."
"Günümüzü bulmak için giderdik dünümüze, Geçmişimize..."
Oğuzhan Kaplan