Saklı Kuyu

Evinin penceresinden görülen kalın duvarları önemsemezdi. Kah bir binadan alınan sütunlardan, kah İznik’in tepelerinden toplanan taşlardan örülen surlar ve evinin bile altında yılların tarihini barındıran toprak onu ilgilendirmezdi. Gecenin aydınlığının kendisine gülümsediğini bilmezdi. Tarihin, başına attığı toplar, onun için misketten farksızdı. Soyu Bizanslı bir nalbanta dayanan dostu Yorgos bile ona özüne yeterince değer vermediğini söylerdi. Yorgos’un karısı Teodora ise tam bir Türk dostuydu. Kendisini Orhan Gazi’nin karısı Teodora’ya benzetirdi.
Akşamın geniş ufkunun geceye açıldığı vakit çıktı yola. Yol dediğim yolun beş metre karşısı. Türklerin ağzından çıkan bir su buharının izini taşıyan surların dibine çöktü. Düz kaşları, hafif aşağı eğik, etsiz burnu, babasından kendine kalan tek varlığı her ucu öze inen ve dudaklarını arasına alan bıyıkları, hafif esmer teni, Orta Asya’nın izini taşıyan çekik gözleri Avrupa’ya korku salan Türk portresini oluşturuyordu sanki. Gülünce kızıl elma gibi parlayan yanakları, insanlara mütevazı bir intiba yaratıyordu ancak kimi insanın bu ulvi muhayyilesi, yazılan bir yazının silinmesinden arda kalan, silik kıvrak çizgilerin üstüne yazılan yeni kara heceler gibi karmaşık izler bırakarak yok oluyordu. Murat oturduğu yerden sıkıldı. Ayağının altındaki yolun gitgide uzaklaşmasını verdiği baş dönmesi ile surların içinde açılan bir gediğe adımını atar atmaz kendini gediğin içinde buldu. Düştükten sonra bir hamur gibi yana açılan elleri, istemeden de olsa bir tarihe şahit olmuş, parmak uçları bu tarih tapusunda bir mühür vazifesi görmüştü. Cebindeki çakmağı almak için doğrulduğu an harcından ayrılan taşların ağırlığını göğsünde hissetti. Oluşacak morlukları rükûa eğileceği anda hissedecekti belki. Az önce elleriyle yokladığı taşa tuttu çakmağını. Elinde hissettiği yazımsı şekilleri gözleriyle gördü. İçtiği şarabın etkisinin olmadığını anlamak için gözleri ovuşturdu.
Dostu Yorgos’tan bildiği kadarıyla bu Bizans dönemine ait bir yazıydı ve üstünde bir takım şekiller yer alıyordu. Taşa daha yakından baktı. Onu bu zaman kadar gizli tutan siyah lekeleri temizledi. Taşı terinden kaldırmak istedi. Kalkmadı. Sırtını gediği çevreleyen duvara yasladı, taşı bir süre temaşa etti. Uzaktan gelen keskin ve acıklı bir ses duydu bu sırada. Ses daha da duyulur olmaya başladı.
***
İznik’te hayat sakindir. Kendini beğenmiş, ayyaşın teki olan bir sarhoşun diline doladığı türkünün yankılandığı sokaklarda tek ses sarhoşun inilti ve böğürmeleri olur çoğu zaman. Sıcak –daha doğrusu ılık- bir rüzgarın –orada bu Bursa lodosudur- tarihe karışan tozları yeniden canlandırmasıyla biraz olsun hareketlenir sokaklar. Buranın halkı lodosun ardının kar ya da yağmur olduğunu bilir. Kışlık odunlarını hazırlar, bir köşeye istifler, her sokak başında yerini almış kömürcülerle yüz göz olmazlar.
İznik’in her tarafı bir koyçının kavalından çıkan yanık nağmeler gibi acıdır. Nedendir bilmem. Belki oradan ayrılmak istemeyenlerin hissettiği duyguları ben de hissetmişimdir. Oradan ayrı kalmak ve oraya ulaşmak istemek… Tıpkı bir Kürşad gibi...
Kuyunun bengülüğünün tün gibi karanlığında ürkek ürkek ilerleyen fısıltılar kadar ağır ilerleyen haberler kervanı olur. Bu haberler işitilir işitilmez bir başkasına aktarılır. Doğrusu, yanlışı, efsanesi, gerçeği… Yalnız içlerinden biri sendeler, düşer. Bütün milletin ayak bastığı yerde donup kalır. Bu şüphesiz Kuyu’dur. Gelecek, geçmişe anlatılır. Geçmiş bir kuyudur der kimileri ancak gelecek bir kuyudur.
Murat, muhacir İsmail Ustanın kahvehanesine gitti. Kendi eski köşesine oturdu. Yeşil Cami ile karşı karşıya olan bu köşe ona bu sefer buruk bir sevinç verdi. Öz baharında açan bahar dalı gibi açıktı bu mutluluk. İsmail Usta elinde kızıl elma rengindeki çayı masaya koyarken:
-Nabıyon be more? Dedi. Murat, ustanın sorduğu bu şakacı sorusuna ciddi bir cevap verdi:
-İçinde olduğum, içimdeki kuyudan çıktım, geldim.
-Adi oj geldin o zaman…
-Hoş bulduk, dedi Murat gülerek. İsmail Usta:
-Çıktı mı bi jey o yazıdan bre? Diye sordu. Murat başını Yeşil Cami’nin minaresine çevirdi:
-Çıktı, çıkmaz mı?
-Ne çıktı be ya? Söyle çatlatma adamı!
-Bizanslı tarihçinin kısa bir notu. Notta yazılanları sadece Yorgos biliyor. Bana da açıkladı. Türkler bu notu hiçbir zaman bilmeyecek ama tarif edilene göre yaşayacaklar. Her Türk içindeki kuyudan çıktığında, ihtiyar elma ağacının bozulmaya yüz tutmuş meyvesinden eşsiz bir lokma koparacak. İşte o gün içimdeki buruk sevinç yerini mutluluğa bırakacak.
Emir Çağrı Turgut