Gündeme Genç Yorum

Manzaralı Mezar


Birkaç mezar taşı gördüm. Hayret ettim. Süs müydü ki bunlar? Etrafımda bir sürü çam, kavaklar ve bir elma ağacı. Boyuna gittiğim bayağı yerlerden biriydi burası: elma ağacının dibindeki mezar. Buradan geçerken hep dua ederim yatan için. Teoman oğlu Metehan... Anlamam niye. Elma ağacının kökleriyle sıkıca tuttuğu bu mezar taşı dimdik durmaktadır karşımda hep. Üst üste binmiş mezar taşlarının arasında tek o dimdiktir. Asırlardır sağlam, gururlu ve kökleriyle kalmıştır o. Benim için cesaretin sembolüdür.

Ayaklarımı uzattım. Elimde bir fotoğraf makinesi. Sırtımı elma ağacına yasladım. Ruhuma ulvi bir huzur veren manzarayı resmettim yavaş yavaş. İçimden geldiğince. Sükûtun terazisinde sallanan iki eşit, bir kiloluk ağırlık gibiydim. Masmavi gökten gelen ışınlar, elma ağacının yapraklarıyla soğurulduktan sonra başıma düşüyor ve etki etmiyordu. Nisanın bu nefis kokusu, denizin tuz kokusuyla karışmıştı. İstanbul’un sıcak topraklarına sarılan deniz, buraları bırakmak istemiyor ama arada gelgitler yaşıyordu. Uzun, anlamsız çizgilerim bir haritadaki kopuk, uzun yolların birleşmesi gibi büyük bir manzarayı meydana çıkararak, içimdeki huzuru, sevinci ve ruhumun söylediği bahar şarkısını, ortamın biraz burukluk veren neşeli havasına katarak, bir bütün oluşturdu zihnimde. Sabahtan beri elimde olan defter ve kalemimi bir yere bıraktım. Kendimi Nirvana’ya ulaşmış gibi hissediyordum. Ama yok, Nirvana değil, bir evliya. Nirvana var mıydı ki? Evliyalığın, Allah dostluğunun yanında Nirvana seviyesine söz kalır mı?

“Acele et! Çabuk kalk ve uzaklaş hemen buradan” dedi biri ama kim olduğunu çıkaramadı. Arkama baktığımda ben de çıkaramayanın ve söyleyenin kim olduğunu anlamadım. Belki de ben düşünmüşümdür. İçgüdüm konuşmuştur benimle. Çok zaman harcadım. Ah! Ah! Keşke düşünmek için sınırsız zaman ama gerçekleştirmek için sonsuz güç ve sadece bir saatim olsa. Bu mezarın hatırına, elma ağacının köklerine sıkıca sarılmış mezarın hatırına, kızıl elmanın içindeki parlak çekirdeklerin hatırına yapacaklarım bir camın içinde olurdu ve bu camı parçalar kırardım. Bir cam için kum gerek, gereken kum içinse bir çöl. Bir kum tanesi, çöldeki her bir kum tanesinin tıpatıp benzeridir. Ya da hemen hemen… Cam için kullanılan bir kum tanesini alsam, diğer kum tanelerini benim sayardım. Böylece cam da benim olurdu.

Cam demişken, yaptığım resmi eve gidince odamın camına asmalıyım. Güzel oldu. Belki gelen geçen beğenir de önüne birkaç kuruş atıp da geçer. Böylece yeni defterler ve bu defterlere eşsiz görüntüler kazandırmak için daha farklı boya kalemleri alırım. Ya da mezarlıkta yatan mezarın hatırına, bir kalem, bir defter ve elime geçen parayla da kitap alırım. Taşın istediği de bu değil mi zaten? Elmalar olmamış daha. Daha da uzun sürer bu gidişle ama mezar taşının hatırına herkes eline bir kalem, bir defter ve bulabildiği kadar kitap alsa bu süre kısalır. Kısalır kısalmasına fakat bu üç varlığı elinde tutanların elinin kuvveti olacağı gibi yüreğinin de kuvvetli olması gerekir. Kızıl elma gibi/ ya atan kalpler gibi…

EMİR ÇAĞRI TURGUT

 

 


 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol